Bundan bir kaç ay önce askere gitmeye karar veren kahramanımız BYK'ın Ekim ayında son yoklama işlemleri ve Kasım ayında sevk işlemleri için yaşadıklarını, gelin ondan hep beraber dinleyelim. Olur mu kuzucuklarım? EEEEVEEEEEEET(burası ilkokul çocuğu edasıyla olacak)
Aylardan Ekim, günlerden yoğun bir mesai günü. Gerekli izin alınmış, askerlik şubesine yarım evraklarla gidilmiştir. Sanılmaktadır ki bu gidiş zaten fasa fiso, asıl iş burada verilecek randevu ile olacak. Yanıldığımı anlamam malesef uzun sürecekti çünkü Ankara'daki tüm askerlik şubelerinin toplandığı bu binaya girebilmek için önce üzerimdeki tüm metal eşyaları bir kutuya, çantamı X ışını taramasına sokacak, devamında oradaki bir şube için sıra numarası alacak ve son aşamada cep telefonu ve usb bellek benzeri her şeyimi danışmaya teslim edip üzerimi tekrar arattıktan sonra içeri girecek ve bitmek bilmeyen sırayı bekleyecektim.
"Şube"ye gittiğimizde(her katta 2'şer şube var) hemen girişin solunda bulunan danışmadan birbirinin tıpatıp aynısı olan ve aynı kalitesizlikle basılmış birer kağıt verdiler doldurmam için. İnsanlardaki tükenmez kalem yeme hastalığı sebebiyle kalem bulmak için bir süre bekledim ve sonra sanki karbon kağıdı hiç icat edilmemişçesine sessizce iki kağıdı da aynı bilgilerle doldurdum. Bu bilgilerin neredeyse tamamının nüfus cüzdanımda falan yazıyor olması, kalan kısmınınsa "sağlık probleminiz var mı?" gibi "bilmem ki, siz bakmayacak mısınız ona?" şeklinde cevaplanabilecek sorulardan oluşması da olaya ayrı bir renk kattı.
Sıram geldiğinde elimde diplomamın aslı ve nüfus cüzdanım vardı ama ne yeterli sayıda fotoğrafım ne de o "aslı" olan şeylerin onlarca fotokopisi mevcuttu. Neyse ki benim gibi şaşkın ya da sorumsuz insanlara "akılsız başın cezasını ayaklar ve cüzdanlar çeker" lafını söylemek yerine giriş kısmına hem fotoğraf çekip basan bir yer hem de fotokopi çeken bir yer koymuşlardı. Yardımsever memur ablamız beni bir koşu oraya gönderdiğinde acı gerçekle karşılaştım: fotokopi makinelerinin ikisi de bozuktu ve fotoğraf basmak için kullanılan yazıcının da kartuşu bitmişti.
Fotokopi işlerini hemen dışarıda yanda bulunan, bu işle ihya olmasına rağmen dükkanın hali içler acısı olan bir yerde hallettim. Bu sırada ehliyetimin de fotokopisini vermemin iyi olacağı tavsiyesini alarak buna uydum ancak fotoğraf konusunda bu kadar şanslı değildim. Çevreden aldığım bilgiler ışığında çaresizce orada olması gereken fotoğrafçıyı aradım ancak bulamadım. Sonunda olması gereken yerin hemen yakınındaki bir dükkandan fotoğrafçının "bırakıcam artık bu işleri" dediğini ya da en azından sadece o bölgedeki "bu işleri" bırakacağını acı bir şekilde öğrendim.
Tekrar metal eşyalarımı bırakıp, çantamı taratıp, üzerimi aratıp koşa koşa memur ablanın yanına gittim ve başımdan geçen trajik olayları anlattım. O ise gayet soğuk kanlı bir şekilde "Ben bunlarla yapılabilecekleri yaptım. Sen yarın on yüz bin milyon fotoğrafla gel çünkü sağlık kontrolünde hastaneye sevk edilirsen 12(yazıyla ONİKİ) fotoğraf daha gerekecek." dedi. Bu bilgilerin ve nazikliğin şokuyla kafamı sallayarak onayladım ve koşarak oradan uzaklaştım.
Devamı gelecek...